Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’ün deprem bölgesinden bir doktorun notları başlıklı köşe yazısı şu şekilde;

Sinan Köksal 66 yaşında, 42 yıllık doktor. Halen özel bir hastanede başhekim ve genel cerrahi uzmanı ve olarak görev yapıyor. 1992'de Erzincan depremi, 1999'da Gölcük depremi afet yerlerini gördü. İzmir-Bayraklı'da  hasta muayene ederken depreme yakalandı. Kahramanmaraş merkezli deprem için “Küçük kıyamet” diyor.

İlk gününde deprem bölgesine gitmek istedi. Ancak, üçüncü haftasında gidebildi. İskenderun'da bir sahra hastanesinde 4 gün çalıştı. Çok özverili hekimler ve sağlık personeli vardı. Güney Koreli, Alman ve Rus hekimler de oradaydı. Herkes kendinden vazgeçmiş, depremzedeler için çalışıyorlardı. Halen de devam ediyorlar.

NELER GÖRDÜ?

Dr. Sinan Köksal, fırsat buldukça deprem alanlarını dolaştı.  Notlarını bana gönderdi. Onlardan bir bölüm aktarıyorum:

“Bugün Antakya'da idim. Diğer ilçeleriyle birlikte Hatay, hayalet şehir olmuş. Türk vatandaşları yakınlarının yanlarına, çevre illere göçünce Suriyeliler çoğunlukta kalmış. Hemen her ilin plakasını taşıyan hafriyat kamyonları trafiği tıkıyor. İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediyeleri çalışanlarını ve araçlarını sıkça gördüm. Antakya'da devletin hemen her örgütü var. Çadır kentler kurulmuş ama köylere çıkınca insanlar derme çatma çadırlara sığınmışlar.

Antakya'da ara caddelere ve mahallelere araçla girme izni vermiyorlar. Evler, apartmanlar, iş yerleri, imalathaneler, fabrikalar, okullar, hastaneler yıkılmış Antakya'da. Sadece yuvaları değil, yarınları da yıkılmış insanların. İskenderun-Antakya arası Amik ovası. Dünyanın en verimli toprakları. Adam diksen adam, madam diksen madam biter. Daha Allah'tan belanızı mı istediniz. O da vermiş!

ELİNDE ZEYTİN FİDANI

Ne yapmış bizimkiler? Ovanın ortasına kent kurmuşlar, adına da Ovakent demişler! Evler yıkılmış, Ovakentliler çadırlara geçmişler. Çadır kentte çocuklar oyunlar oynuyorlar, top oynuyorlar. Çadırın önünde yaşlı bir adam demli bir çay içiyor. Sanki çay değil yarınlarını içiyor. ‘Selam' dedim, ‘sen de içer misin beyim?' dedi. İçmedim. Çadırın önünde iki kız evcilik oynuyordu. Çadır kentte hayat devam ediyor.

Belen'den ovaya iniyorum. Bademler çiçek açmış. Yol kenarında yaşlı bir kadın, elinde bir zeytin fidanı. Nasıl umutlandım anlatamam. Hayat devam ediyor. Burası da İskenderun. ‘Sesimi duyan var mı?' denmiş, hiç ses gelmemiş. Daha hiç dokunulmamış! Canlar var mı? İnsanlar var mı? Kimse bilmiyor. Varsa kimseleri, kimseler de umudunu kesmiş. Kimsesizler mezarlığı olmuş. Makinelerin demirden pençelerini bekliyorlar.…

UYUZ OLMUŞ DEPREMZEDE

Dün gece nöbeti bende idi. Doğum günüme, uyuz olmuş bir depremzedeyi muayene ile başladım. Bir hastanın hediye ettiği kendi kitabını okuyarak sabahı ettim. Uyuz, bit, pire çok. İshal vakaları gün geçtikçe artıyor. Sabahın sekizinde hastanın apsesini boşaltarak yeni güne başladım. Aynı zamanda dermatolog ve aynı zamanda çocuk hastalıkları uzmanı gibiyim. Bugün burada son günüm. Yüreğimin bir parçasını burada bırakarak evime, işime döneceğim. Üç gündür yıkanmadım, tıraş da olamadım. Kiraladığım araçta yatıyordum. Enkazların önünden yürüyen, bir elinde zeytin fidanı olan kadını düşündüm. Tüm acılara rağmen yaşam devam ediyor…”

Editör: Güler Sağlam