Habertürk Tv'den Kübra Par ile bir röportaj gerçekleştiren Bakan Koca'dan çok önemli açıklamalar;

Türkiye’de arkadaşının tansiyon ya da şeker hapını, “Yahu bir deneyeyim, belki bana da iyi gelir” diye kullanan bir kuşak vardı. Antibiyotik kullanımının da neredeyse grip ilacı seviyesinde olduğu bir dönemi de geçirdik. Türk halkı ilaç konusunda ne kadar bilinçli?

Akıllı ilaç kullanımı dünyada giderek artan ve bizim de çok önem verdiğimiz bir konu. Antibiyotikte elde ettiğimiz başarı Dünya Sağlık Örgütü’yle yaptığımız toplantıda bize çok soruldu. Daha önceleri bir reçetede yüzde 35 oranında antibiyotik bulunuyor iken, 2011 yılından beri bu oranı yüzde 25’e düşürdük. Toplamda antibiyotik tüketimi 2011’de 220 milyon kutu iken, aynı oranda devam etmiş olsaydı 270 milyon olacaktı. Şu an ise 170 milyon kutudan söz ediyoruz. Yani 270 milyon kutunun karşılığı olan 3 milyar lira, 170 milyonun karşılığı olan 1.7 milyar liraya düştü. Toplumun bu konuda bilinçlenmesi ve hekim arkadaşlarımızın da hassasiyet göstermesini istiyoruz. Performansın da buna göre şekillendiği bir yaklaşımı önümüzdeki bir iki ay içerisinde devreye sokacağız.

“Çok ilaç yazan doktoru izleyeceğiz” mi diyorsunuz?

Evet. Ortalamayı aşan ilaçlarla ilgili, geri planda bir takibin olduğunu hissettirdiğimiz bir süreç olacak. Her türlü hizmetin dijitalize edildiği ve gerektiğinde uyarılarımızı sempatik bir şekilde yaptığımız bir dönem yaşayacağız.

Ağrı kesici ve antidepresanlarda durum nasıl?

Ağrı kesici kullanımı eskiye göre düştü ama istediğimiz düzeyde değil. Antidepresanların da reçetelerde arttığını fakat eczane tüketiminin bundan da fazla arttığını biliyoruz. Antidepresanı her yerden çok rahat alabiliyoruz. Bu konuda da bir yaygın kamu spotu dahil olmak üzere genel bir çalışmamız olacak. Bununla ilgili hem hekimlerimize hem de vatandaşımıza yönelik bir kampanyamız başlayacak.

Türkiye'de ilk defa Ulusal Beslenme Konseyi oluşturuldu. 9 bakanlık ve 7 STK'nın katılımıyla oluşturulan konsey beslenme ve sağlık alanında vatandaşları doğru bilgilendirmek için çalışmalar yapacak. Yapılacak çalışmalara ilişkin bilgi veren Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye'de yaşanan sağlık sorunları, tedaviler, yerli ilaç üretimi gibi konularda önemli açıklamalar yaptı...

Ulusal Beslenme Konseyi kuruldu. Nedir bu konsey? İşlevi ne olacak?

İlk defa Ulusal Beslenme Konseyi adında, yönetmelikle kurulan bir konsey oluşturuldu. Ulusal Beslenme Konseyi; 9 bakanlık, 7 sivil toplum kuruluşu, RTÜK ve YÖK temsilcilerinin bulunduğu ve ayrıca kendi alanlarına özgü bilimsel heyetlerin oluşturulduğu geniş bir yapı. Herkes kendine yer yer kimlik vererek beslenmeyle ilgili birtakım farklı yaklaşımlar içinde olabiliyor. Vatandaşımıza doğru bilgilendirmeyi yapabilecek, bu zeminde bilimsel heyetlerin konuyu açık olarak ortaya koyduğu, sağlıklı beslenme okur-yazarlığını artırmaya yönelik en kapsamlı yaklaşım olacak. Bu çerçevede son 6 aydır yaptığımız araştırmanın sonuçları ortaya çıktı; Türkiye’de belirlenen kişilerin kan örnekleri alınarak ve yağ, karbonhidrat ve protein tüketimi de hesaplanarak genel alışkanlıklarımızı ortaya çıkaran bir araştırma yaptırdık.

Kaç kişilik bir araştırma?

15 bin kişilik büyük bir araştırma oldu. Sonuçlarını önümüzdeki birkaç hafta içerisinde açıklamış olacağız. Toplumda obezitenin kadınlarda yüzde 40’tan yüzde 41’e, erkeklerde ise yüzde 20’den yüzde 26’ya çıktığını gördük. Özellikle folik asit, anemi, D vitamini gibi tetkikler de yapıldı. Burada Tarım Bakanlığımızın da gıda zenginleştirilmesi noktasında birtakım önerileri olacak. Dolayısıyla öncelikle beslenme haritamızı, ardından olması gereken yaklaşımı konsey çerçevesinde ortaya koymamız gerekiyor.

Yapılan araştırmaya göre Türk halkı beslenmede ne tür hatalar yapıyor?

Beslenmeyle ilgili yapılan en temel hatalardan biri şeker ve tuz kullanım oranlarının yüksek olması. Bizde tuz kullanım oranı günlük 19 gramdı, bunu 9.9 grama kadar düşürdük. Dünya Sağlık Örgütü ise yüzde 5 gramın üstünde olmamasını öneriyor. Bununla ilgili de fırıncılar, pastacılar, lokantacılar ve aşçılar federasyonlarıyla bir araya geldik. Geçmiş dönemde bu konuyla ilgili gönüllülük esasına bağlı imzaladığımız birtakım sözleşmeler vardı. Burada da hedef, 2023’e kadar bu oranı yüzde 5’lere çekmek. Dünya Sağlık Örgütü, “Kişinin toplam gıdası içerisinde şeker oranı yüzde 10’u geçmemelidir” diyor. Bu konuda da yüksek oranlar olduğunu biliyoruz ve birtakım eylem planlarını devreye soktuk.

"TÜRK TOPLUMUNUN 3’TE 1’İ OBEZ, ÇOCUKLARIN YÜZDE 10’U HİÇ SPOR YAPMIYOR"

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca: “Toplumdaki hareketsizlik oranımız son 7 yılda yüzde 56’dan yüzde 42.6’ya düştü.”

Türk halkının en çok yakalandığı hastalıklar hangileri? Dünyaya kıyasla bu anlamda Türkiye’ye has bazı veriler var mı?

Şu an Türk toplumunun 3’te 1’i obez, 3’te 1’i ise fazla kilolu. Dolayısıyla sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam alışkanlığını yoğun şekilde geliştirmek gerekiyor. Çocukların yüzde 10’u hiç spor yapmıyor. Bu oran yüzde 20’sinde 1 saatten az, yüzde 30’unda da 1 saat şeklinde. Çocukların günlük olarak en az 1 saat spor yapması gerektiğini biliyoruz. Hareketli bir toplum değiliz. Toplumdaki hareketsizlik oranımız son 7 yılda yüzde 56’dan yüzde 42.6’ya düştü, bu oran çok yüksek.

Peki Türkiye’de obezite neden artıyor? Bunda katkı maddeli birtakım gıdaların tüketilmesinin etkisi mi var? Ya da Türk milleti daha mı çok ekmek mi yemeye başladı? “Erkeklerde obezite artıyor” dediniz. Ne değişti de artıyor?

En önemli iki unsur: sağlıklı beslenememe ve hareketsiz yaşam alışkanlığı. Dolayısıyla bizim bu ikisiyle yoğun mücadele etmemiz gerekiyor.

"DAHA ÇOK SPOR YAPANLARI ÖDÜLLENDİRECEĞİZ"

Yeni kuşak gençlerde kas yapma merakı başladı ama önceki kuşakların böyle bir alışkanlığı yok. Bakanlık olarak bunu nasıl teşvik edeceksiniz?

Bunu Dünya Sağlık Örgütü’yle birlikte imzalanan Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Yaşam protokolü çerçevesindeki birtakım etkinliklerle teşvik edeceğiz. Burada önemli olan bir alışkanlık kazandırılmasıdır. Kas geliştirmeye yönelik olarak değil, sağlıklı bedene sahip olma amaçlı bir yaklaşım tarzı benimsenmeli. Sadece, “Hareket edin” demekle olacak bir şey değil, bir yaşam şeklidir. Çevre Bakanlığımızla da konuyu görüşüyoruz. Bisiklet alanları, yürüyüş alanları ve rekreasyon alanları gibi birçok faktörün bir araya gelerek bütüncül yaklaşılması gerektiği kanaatindeyim. Yeri geldiğinde birtakım ödüllendirmeler yapabiliriz.

Nasıl bir ödüllendirme olabilir?

Daha çok spor yapanlara hastane randevularında öncelik verebiliriz. Yahut katılım payını düşürebiliriz. Belediyelerle ve Çevre Bakanlığı’yla görüşülerek ulaşımla ilgili birtakım indirimler sağlayabiliriz. Tabii bunun suiistimal edilmemesi için, veriler dijital ortamda takip edilebilir olmalı ve güvenilir olduğundan endişe etmemeliyiz. Dijitalizasyonu önemsiyoruz ve özellikle bu anlamda e-nabız gibi bir sistemimiz de var. Sempatik birtakım ödüllendirmelerin yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyim, çünkü obezite ve hareketsiz yaşamın sağlık sisteminin üzerinde her geçen gün korkunç bir yük oluşturduğunu biliyoruz.

"TÜKETİCİ NBŞ DEĞİL GERÇEK ŞEKER KULLANAN PASTANELERİ AYIRT EDEBİLECEK"

Nişasta bazlı şekeri Türkiye geçtiğimiz yıllarda çok konuştu. Bu konuda önemli bir adım atıldı ve kota ciddi şekilde düştü. NBŞ, bakkaldan, pastaneden, marketten aldığımız hemen hemen bütün tatlı şeylerin içinde var; çoğu zaman farkında olmadan tüketiyoruz. Nişasta bazlı şeker tüketimi daha da düşer mi?

Nişasta bazlı şeker yerine doğal şeker kullanılmasını son derece önemsiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuda çok hassasiyet gösterdiğini iyi biliyoruz ve o nedenle de kota yüzde 5’ten yüzde 2 buçuğa düşürülmüş oldu. Bunun önlenebilirliği noktasında toplumun okur-yazarlığını artırıp bu konuda bilinç oluşturmanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

Aslında biz de vatandaş olarak gittiğimiz her pastanede, o pastayı almadan önce, “Bunda nişasta bazlı şeker mi var, yoksa gerçek şeker mi?” diye sorsak bu da üreticiler üzerinde bir kamuoyu baskısı oluşturabilir.

Zaten bununla ilgili sertifikalandırma işlemine başladık. O sertifikanın olmadığı yerlerde vatandaş nişasta bazlı şeker olduğunu bilecek. Bu sertifikalandırma işlemini gönüllülük esasına göre yapıyoruz. Tuz konusunda sonuç aldığımızı gördük. Şekerde de benzer şekilde sonuç aldığımızı görürsek bu gönüllülük esası devam eder. Vatandaşın da üreticilere baskı yapması önemli. Eğer bu sonuçlar da istediğimiz gibi gitmezse bahsettiğimiz sertifikalandırmayı zorunlu hale getiren bir döneme geçeriz.