Özet

Fatma Belkıs Derman, 1930’da, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun olmasını takiben ilk Türk kadın eczacısı olarak, bir eczane açması, laboratuvarında çalışarak kendi ismini taşıyan, kendi sahibi olduğu bir ilacın lisansını elde etmesiyle, eczacılık tarihine izini bırakmıştır. Sayısız engellemelere, hâttâ çevresinin küçümser tavırlarına rağmen, ülkede kadın eczacıların ortaya çıkmasını, saygınlık kazanmasını sağlamış; Türk kadınlarının eczacılık kariyeri yapmasına önayak olmuştur.

Giriş

Kadınların eczacılık mesleğine girmelerinin uzun, inişli çıkışlı bir tarihi vardır. 12. yüzyıl Benediktin tarikatı baş rahibesi olan, şifalı bitkiler üzerine derin bilgi sahibi Bingen’li St. Hildegard’dan, 2014’te Uluslararası Eczacılık Federasyonu (FIP)’ın ilk kadın Başkanı İspanyol eczacı Dr. Carmen Peña’ya, bu meslek kadınlara çok şey borçludur. Eczacılık okullarından mezun olan ilk kadınlar da mesleğin öncüleri oldular: 1863’te ABD’de Mary Corinna Putman (1842-1906), 1874’te Fransa’da Andréine Doumergue (1844-1877). Öte yandan eczacılık derneklerindeki ilk kadın Başkanlar olarak da, Isabella Clarke-Keer (1843-1926) Kadın Eczacılar Derneği (Birleşik Krallık, 1905) ve Jean Irvine (1877-1962) Büyük Britanya Kraliyet Eczacılar Derneği (1947-1948) sayılabilir.

Ancak Batı dünyası dışındaki kadınların eczacılıktaki başarıları ya da katkılarına dair bilgi kaynakları yetersizdir. Bu açığı kapatmak adına, 60. ölüm yıldönümünde, ilk Türk halk eczacısı olan Fatma Belkıs Hanım’ın ilk kapsamlı (İngilizce) biyografisini okurlara sunuyoruz. Çalışmada, torunlarında bulunan birinci derece başvuru kaynaklarıyla beraber diğer çeşitli arşiv kayıtları ve biyografik kaynaklardan yararlanılmıştır.

Türk kadınlarının sağlık mesleğine girişleri

Ebelik ve hemşirelik bir tarafa bırakılırsa, Türk kadınlarının tıp alanında yer almasının başlangıcı olarak 1. Dünya Savaşı (1914-1918) kabul edilir; büyük ihtimalle buna, mesleği tıp olanların cephede savaşmasıyla ortaya çıkan ihtiyaç sebep oldu. 1898’de Osmanlı Şûra-yı Devlet’in (Danıştay) kadınları tıp hizmeti vermekten alıkoyan kararı karşısında, az sayıda Türk kadını doktor olabilmek için yurt dışına gitmişti. İlk örnek olarak da Safiye Ali Hanım (1894-1952), 1916’da Almanya’ya gitmiş, Würzburg Üniversitesinde tıp okuyup 1922’de yurda dönmüştür.

Bu durum neredeyse yirmi sene hiç değişmeden devam etti. Derken 1917’de, Sıhhiye Meclis-i Umûmisi (Sağlık Genel Kurulu) yasak maddesinde değişiklik yaparak kadınların tıp eğitimi almasına imkân sağladı. Bununla birlikte, çileli mücadeleler verilmesinin ardından ancak 1921’de kız öğrenciler Tıp Fakültesi’ne kayıt izni alabildiler; bir yıl da bu kararın yürürlüğe girmesi için beklendi. Benzer çabalar diş hekimliği alanında da ortaya kondu; Ayşe Şâdiye Hanım (Güvendiren; 1904 – ??) ve Hatice Azrâ Hanım (1897 – ??) 1926’da mezun olan ilk diş hekimleriydi. İki yıl sonra da ilk kadın Türk doktorları mezun oldular.

Eczacılığa gelince de durum hemen hemen aynıydı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, resmî eczacılık eğitimi ilk kez 1839’da, İstanbul’da, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’de (Osmanlı Tıp Mektebi) verilmeye başlansa da, kız öğrencilerin Eczacı Mektebi’ne kayıt yaptırabilmelerine 1922’den önce izin verilmedi. Hâttâ ancak Eylül 1924’de, Ayşe Saâdet Hanım, okula kayıt yaptıran ilk kız öğrenci olabildi; gerçi altı hafta sonra okulu bıraktı. Ardından başka öğrenciler de okula kayıt yaptırmaya başladılar; ancak kimi derslere devam etmediği için sınıfta kaldı, kimi de kaydını aynı üniversitenin başka fakültelerine nakletti; çoğunlukla da Tıp ve Diş Hekimliği Fakültelerine. Bu kız öğrencilerin arasından biri, Fatma Belkıs Hanım (evlilikle Derman soyadını aldı), Eczacılık Okulu’na onbeşinci sırada kayıt yaptırmasına rağmen, mezun olan ilk kız oldu.

Kadın haklarındaki muazzam gelişmeler, çoğunlukla 1923’de Mustafa Kemal Atatürk (1881 – 1938) liderliğinde kurulan genç Cumhuriyet’in uygulamaya koyduğu reformlar sayesindeydi. Bu reformlar kızları eğitim almaya, toplumda aktif rol üstlenmeye teşvik ediyor, kadın haklarına özel önem gösteriliyordu (1926’da İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulü; 1930’da mahalli idareler, 1934’de genel seçimlerde oy kullanma, 1935’de milletvekili seçilme haklarının verilmesi).

Fatma Belkıs Derman’ın biyografisi

Fatma Belkıs Derman, Belgrad ve Vidin’den göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1906’da İzmit’te dünyaya geldi. İstanbul’un saygın bir kız okulu olan Erenköy Kız Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında, önceleri öğretmen olmak için can atıyordu, hâttâ öğretmenlik derslerine bile katılmıştı; ancak fikrini değiştirip eczacılık kariyeri yapmaya karar verdi ve 17 Eylül 1927’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Okulu’na -o zaman Tıp Fakültesi’nin altındaydı- , 294 öğrenci numarasıyla kaydını yaptırdı. Üç yıllık öğrenciliğini takiben Fatih’deki Sırrı Enver Eczanesi’nde stajını tamamlayarak, Haziran 1930’da mezun oldu. Artık, Ayşe Semiha Hanım (Erçin; 1907 – ??) ve Fatma Bedriye Hanımlarla (Siren; 1910 – 2007) beraber ülkenin yetişmiş ilk kadın eczacılarından biri olmuştu. Bu bahsi geçen diğer iki kız kardeş de sonrasında, sırasıyla Eczacılık Okulu’nun organik kimya ve biyokimya bölümlerine asistan olacaklardı.

694 numaralı Yasa eczane sayısını nüfusun yoğunluğuna göre sınırlandırıyor, buna göre 10.000 kişinin yaşadığı bir yerleşim biriminde sadece 1 eczaneye izin veriliyordu. Fatma Belkıs Hanım ailesinin yaşadığı Adapazarı’na gidip Eczacı Ömer Bey’in halk eczanesinde ortak olarak kısa bir süre çalıştı. Sonrasında 1931’de Düzce’de kendi işyerini (Belkıs Eczâhânesi) açtı. Artık Türkiye’nin ilk kadın halk eczacısı olmuştu. 1931’de Yeni Gün gazetesine verdiği bir mülâkatta, mesleğinin tüm zamanını doldurduğunu ifade etti. Yörenin tek doktoru ve yerleşik kadınları onu çok güzel karşılamış olmalarına rağmen bazı erkek köylüler, onun reçeteleri hazırlamasına kuşkuyla bakıyorlardı. Hâttâ eczanenin önünde reçeteleri için bekleyen erkekler, eczacının kızı zannettikleri Fatma Belkıs Hanım’a eczacıyı beklediklerini bile söylemişlerdi. Derman, mülâkatın devamında, mesleğe bağlılığı ve keskin gözlem yeteneği sayesinde yerel kültüre başarıyla adapte olduğunu belirtirken, yöredeki hastaların tıbbi argo kelimelerine de giderek aşina olduğunu söylemişti; yörede insanlar hastalıkları ve ilaçları çok farklı, anlaşılamaz isimlerle ifade ediyorlardı. Çok ilginçtir ki, hasta odaklı modern eczacılığın ortaya çıkışından on yıllar önce, dikkate değer bir öngörüyle, Fatma Belkıs Hanım deneyimlerini aynı mülâkatta şöyle aktarmıştı: 

“İlaçların yanı sıra hastalarıma bol bol tavsiyelerde bulunuyorum. Çoğunun sırdaşı da olabildiğim için mesleğimi daha çok seviyorum. Günden güne daha iyi anlıyorum ki hasta ve yakınlarının kendilerini rahat hissetmesini sağlamak, onlara umut, cesaret, güç aşılamak, onlara sadece ilaç vermekten çok ama çok daha önemli.”

Derman’ın eczanesinde ürettiği mülkiyeti kendine ait Kinol, Vinokinyum ve Comprimé Sulfaseptin adlı ilaçlardan sadece sonuncusu, adına tescil edildi. Ayrıca 16 Şubat 1944’te İstanbul Eczacılık Laboratuvarı’nın yöneticiliğine getirilmesine rağmen, işe ısınamadı ve kısa süre sonra istifa etti. Bunun yerine, var olan kendi iş yeri İstanbul Eczacılık’ta 1947’den son yıllarına kadar tek başına çalışmalarını sürdürdü. Uzun yıllardır sıkıntısını çektiği kronik romatizma ve yüksek tansiyona bağlı olarak kalp rahatsızlığından 26 Temmuz 1958’de vefat etti. Eczanesi, üç yıl daha eşi tarafından işletilmesinin ardından, 1961’de, bir başka öncü kadın eczacı olan Leman Başkur-Kazuk’a (1918-2012) satıldı.

Pek çok meslektaşına göre Fatma Belkıs Derman, insani ve geleneksel değerleri benimsemiş, samimi, sevecen, hayat dolu, neşeli, zarif bir insan olmasının yanında coşkulu, titiz, çalışkan bir eczacı ve mükemmel bir anneydi. Yıllarca hayır kurumlarının, yerel vakıfların sosyal faaliyetlerine katıldı; Yüksek Tahsilli Kadınlar Vakfı, Erenköy Kız Lisesi Mezunları Derneği ve kadınların, genç kızların yaşam şartlarını iyileştirmeye dönük olarak, iş hayatındaki profesyonel kadınların dünya çapında gönüllülük esasıyla çalışmalar yaptığı uluslararası bir kadın derneği olan Soroptimist, bunlardan bazılarıdır.

Fatma Derman Hanım’ın vefatından sonraki anma yazısında, Hasan Derman, eczacılığın eşinin hayatında nasıl özel bir yer tuttuğunu aşağıdaki kelimelerle vurguladı:

 “Belkıs için eczanesi her zaman bir gaye ve hedeften fazlasıydı; hayatının en büyük keyfi, biricik sevdası, tutkusuydu; bu son nefesine kadar böyle devam etti.”

Fatma Belkıs Derman, İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nda ebedî yolculuğuna uğurlandı. Geride tek çocuğu olarak kalan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi onkoloji profesörü Mehmet Uğur Derman (1939 – 1994) da sonrasında bir trafik kazasında eşiyle beraber hayata gözlerini yummuştur.

Derman’ın tarihsel etkisi

Fatma Belkıs Derman, Türk Eczacılığı adına muazzam bir şahsiyettir, eczacılık kariyeri peşindeki Türk kadınlarının önünü açmıştır. Kudret ve cesaret sahibi bir kadın olarak, bir halk eczanesi ve laboratuvarının işletmecisi, ilaç ruhsatı sahibi, bir ilaç deposunun ticari ortağı olarak eczacılık cemiyetinin bir üyesi, ilk Türk kadın eczacısı olmayı başarmıştı. Pek çok engele, hâttâ döneminin küçümseyici bakış açısına rağmen, ülkesinde kadın eczacıları görünür kıldı, saygınlık kazandırdı.

Dahası, hem kendi ülkesinde hem de Orta Doğu’da kadın eczacılığının yaygınlaşması yolunda rol model oldu. Buna en güzel örnek de, Suriye’nin ve muhtemelen tüm Arap dünyasının ilk kadın eczacısı, Şam Tıp Fakültesi 1949 mezunu, Najah al-Saati’dir (1915 – 2016).

Akademi dünyasından ilaç sanayine Türk Eczacılığının farklı alanlarında ilk kadın meslektaşları, Fatma Belkıs Derman’ı takip etmeye devam ettiler. Bunların içinde Hayriye Amâl (1912 – 2005), özel bir öneme sahiptir. Kendisi 1942’de Doktora derecesi alan ilk kadın eczacı olarak, 1950’de profesör oldu; 1969 – 1970 yılları arasında da Eczacılık Fakültesi Dekanlığını yürüttü.  Fatma Belkıs Derman’ın takipçisi kadın eczacıların sayısı 2017’de 20.045’e yükselmiştir. Bu rakam ülkedeki toplam eczacı sayısının %56,4’üne tekabül ederken, son yıllarda artış, düşük ama sürekli olarak devam etmektedir.

Sonuç

Fatma Belkıs Derman, Türk eczacılık tarihinde dönüm noktası olmuş bir kişi ve görece kısa yaşamında pek çok ilkleri başarmış tutkulu bir kadın olarak büyük saygı ve takdirle hatırlanmayı hak etmektedir. Kendisi, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada genç kızlar için ilham kaynağı olmaya devam edecek; vazgeçilemez temel insan hakkı olan eğitim fırsatından mahrum tüm kızlar için.

Teşekkür

Bu araştırma için arşiv belgelerini paylaşan Fatma Belkıs Derman’ın torunları Emre ve Turgut Derman’a yazarlar olarak şükran borçluyuz.

Çeviri: Levent İ. Övünç