Hemşire Adana’ya gelmişti. Akdeniz’in öte yakasından.
Canla başla çalıştı. Hastalara yetişmeye çabaladı. Memleketine dönebilirdi ama “Hastaları terk edemem” dedi.

Orada, hastalara can vermeye çalışıp kendisi can verirken son bir dileği yerine getirilmişti:
30-40 santim ebatlarında, siyah granitten bir heykeli yapılmıştı.
Diyordu ki, “Burada ölünce heykelimle birlikte gömülmezsem, ruhum memleketime dönemez.”
Orada öldü, öyle gömüldü, ruhu Adana’da mı kaldı, dünyayı mı dolaştı, bilmiyoruz.
Ama heykeli tarihe geçti ve elden ele de dolaştı.

2022 Ocak ayında Hemşire Ömür Erez’in öldürüldüğü topraklar, tarihe “Tarihteki ilk hemşirenin şifa dağıttığı ve öldüğü ve gömüldüğü topraklar” olarak geçmişti.

Heykeli yapılan hemşire, Milattan Önce 2000 civarında Adana’da görevli olan Mısırlı Satsneferu idi.
3800 yıl kadar sonra, Adana’da yerleşik misyoner Giles Foster Montgomery kendine yeni ev yaptırırken temel kazısında çıkmıştı “Hemşire.”
G. F. Montgomery 1888’de Adana’da öldü. Heykel, 1868 Maraş doğumlu oğlu Marshall Foster Montgomery’ye geçti. Aile heykeli 1918’e kadar sakladı ve ömrü 4 bin yıla yaklaşan Hemşire’yi, işadamı Jacob Rogers’ın bıraktığı serveti kullanan New York Metropolitan Müzesi satın aldı.

Mısır asıllı, Adanalı Hemşire hâlâ New York’da, MET’de.
Türkiye geri almak için girişimlerde bulundu ama Hemşire’yi bırakmadılar henüz.
Bir bakıma, hamileyken tekmelen, yumruklanan, hakarete uğrayan, aşırı çalışma yükü altında hayatı eritilen, nihayet Aile Sağlığı Merkezi’nde kurşunlanan hemşireleri koruyamazken, “Tarihteki İlk Hemşire”yi, birkaç yıl önce Dilek Hemşire’nin saldırıya uğradığı kentin, Adana’nın Hemşeri Hemşiresini korumak istiyorduk!

Keşke Satsneferu’nun ruhu, heykelini de alıp dönebilse bu topraklara.
Türkiye’nin tıp tarihine yazılan “İlk Hemşiremiz Safiye Hüseyin’in heykeliyle, Çanakkale’de yatan Hemşire Anna ile de kucaklaşsa.

“Hakkı”nı ödeyemeyeceğimi söylediğimiz ve hakikaten özlük hakları pek ödenmeyen doktor ve hemşirelerin maruz kaldığı hoyratlıklar kadar, “Hakkı”nı idrak edemediklerimizle de konuşsa.
Tosyalı Doktor İsmail Hakkı gibi.

Yeni Zelanda 1923’te, İspanyol Gribi ile mücadele ederken ölen ilk kadın doktoru Cruickshank için anıt dikerken, İnebolu halkı da aynı sene, nicesini kurtarırken salgında ölen Tosyalı Doktor İsmail Hakkı için anıt dikiyordu.
Yeni Zelanda Corona çağında da o doktoru yeniden yeniden hatırlıyor, biz İsmail Hakkı’nın ruhuna bile hakkını pek teslim edemiyorduk!

Kendi tarihimiz, “İlk Kadın Doktor” diye, zaten hırpalayıp kaçırdığı ve erken ölüme gönderdiği Safiye Ali’yi anıyordu. Ona yapıp edilenleri söylemeden! Ama o tarih, bu topraklarda 1963’te 92 yaşında ölene kadar şifa vermiş asıl “İlk kadın doktorumuz” Adapazarlı ve Üsküdarlı Zaruhi Kavalcıyan’ı gizlemiyor muydu?

Bir yerinde hoyratlık damarı atıp duruyorsa; aklını, vicdanını, tarihini de toparlayamıyorsun bir türlü.

İnsanları yaşatmak için çırpınanlar arasından Ömür Erez’in ömrünü, bir erkek cinayeti daha, üstelik suç donanımlı biri eliyle, Aile Sağlığı Merkezi’nde 33 yaşında bitirdi.
Şu cümlede cümlesinin bir araya gelmesi ne tuhaf ve ne kadar mümkün işte:
Aile, cinayet, sağlık, katil, hemşire, ölüm!

Kadına, çocuğa, güçsüze, hayvana, farklı olana saldırı, hakaret, aşağılama, hiddet, şiddet üzerinde “inanç, milliyet, güç, erkeklik, otorite” ispatlayanların bitkin düşürdüğü bir ülke olmak zorunda değildik ama…

Milattan Önce belki 2000’de “Tarihteki ilk hemşirenin şifa dağıttığı, öldüğü ve gömüldüğü topraklar” tarihe, Milattan Sonra 2022 Ocak ayında Hemşire Ömür Erez’in öldürüldüğü topraklar olarak da tarihe yazıldı!

Not: Tarihe dair notlar “Senin Adın Corona Olsun” kitabımdan.

Umur Talu / Gazete Duvar