Senin üstüne bi damlası bulaşsa 3 gün yıkayacağın, midenin bulanacağı kanlar, idrarlar, kusmuklar içinde iş yapıyoruz biz. 15-30 odalı servislerde her odayı yüzlerce kere dolaşıyoruz, hastalarımızı ailemizden çok görüyoruz. Sizin bırak görmeyi varlığından haberiniz olmayan görünmez damarları bulup milim milim hesapladığımız ilaçları veriyoruz biz. Onlarca hastaya saat saat dakika dakika hesaplarla tedavi yapıyoruz. O bileğinden atan minicik damarından aldığımız nabzın için hızlı atıyor, yavaş atıyor diye endişeleniyoruz doktora haber veriyor gerekli tedaviyi yapıyoruz. Senin kucağında tutmaya korktuğun bebeğinin, hayata tutunmasını sağlıyoruz. Sen görsen bakmaya dayanamayacağın yaralara, kopmuş bacaklara pansuman yapıyoruz. Sen dışarda umutla beklerken, kalp krizi geçiren hastanın yaşama dönmesini sağlıyoruz biz. Dışarı çıkıp sana "kurtuldu" diyoruz. Sen heyecanla gelecek güzel haberi beklerken, kucağımızda yeni doğmuş bebeğinle yanına biz geliyoruz gülümseyerek. "Anne de bebekte iyi, Allah analı babalı büyütsün" diyoruz. Kanser olduğunu öğrendiğimizde senden önce biz kahroluyor, sana nasıl söyleyeceğiz diye uyayamıyoruz biz. Gündüz gece demeden, siyah beyaz demeden, kadın erkek demeden, senin, evladının, annenin babanın en kötü durumunda, sen ağlarken biz onu iyileştirmeye uğraşıyoruz, seninle beraber üzülüyor seni de teselli ediyoruz. Bu mesleği çok seviyoruz be biz.

Peki ya sen sevgili hasta? Sevgili hasta yakını? Sen ne yapıyorsun?

Biz onlarca hastanın tek tek o minicik nabızlarını dikkatle dinleyip zamanla yarışırken, "hadi kızım diyorsun, bi de benim tansiyonumu ölç". Ölçemem teyzecim daha sırada çok hastamız var dendiğinde "vay efendim ne kadar zor bi tansiyon ölçmek, bu hemşireler hep böyle" diyorsun. Neyse diyoruz olur, yakını hasta, kendisi üzgün, hastalık zor psikoloji. Gülümsüyoruz. Kırmıyoruz. Diğer odaya geçiyoruz. Diğer hasta "falanca işlem ne zaman olacak" diyorsun. "Bilmiyorum amcacım, onu doktoruna sor" diyoruz. "Bu hemşirelerde neyi bilir ki zaten" diyorsun. Gülümsüyorum. Başka odaya geçiyorum. "Ala ala kanımı bitirdiniz", "çok acıttın sen git daha tecrübeli biri gelsin" , "seron bitti yarım saattir çıkarmadın ne biçim hizmet bu", "sen maaşını benim verdiğim vergilerle alıyorsun" diye devam eden odalar zinciri.. ve hepsi bittiğinde de ben yine gülümseye devam ediyorum.

Anlamadığınız ne biliyor musunuz?

Senin dünyan o yatak, o oda olabilir. Benim ise onlarca oda ve onlarca iyileşmeyi bekleyen hastam var. Sen bunu yaparak benim hakkıma mı, diğer hastaların hakkına mı giriyorsun sevgili hastam? Yada o ölçmediğim tansiyon için her gördüğünde bana suratını asarak beni azarlayarak konuşan sevgili hasta yakını, kendimi geçtim, sen hiç senin tansiyonundan çok daha önemli problemleri olan diğer hastaları düşünüyor musun? Çünkü sadece senin hastan, senin yatağın, senin odan, senin ilacın. Sen bir tane hastaya zor bakarken, ben 40 hastaya aynı anda bakıyorum. Sen kendi hikayende yaşarken, ben her gün yüzlerce hikayenin bir kahramanı oluyorum. Ama bi önemi yok. Çünkü hemşireler kötü, hemşireler lanet. Ayakları suluklar toplamış halde geç saatte evine varıp kendini koltuğa atıp, binlerce hastanın öyküsünden kendi hikayesine vakit bulamamış bir hemşire, bir insan gözüyle bakılmasını haketmiyor mu kendine? Özür dilerim ama, sen şu hayatta yalnızca kendin ve yakınların varmış gibi yaşadığın sürece, ben sana asla gülümsemeyeceğim. Ve bu yüzden tüm hemşirelerde asık suratlı olmaya devam edecekler. Yazık..

Özge Öztürk